19 Kasım 2011 Cumartesi

İLK HOCA’YA BAŞLAYIŞIM..3



Bu camii ve mescidlerin dışında
Her mahallede tanınmış kadın hocalarda kendi evlerinde kız çocuklarına ders verirlerdi. Örneğin benim ilk gittiğim Canan hoca. Çağıllık mahallesinde Havva hoca gibi… Allah hepsine rahmet eylesin.
Bu camii ve mescidlerde ders veren hükümetten her hangi bir yardım görmezler, öğrencilerinden aldıkları haftalıklarla geçinirlerdi. Buna “Hamislik” derlerdi. Cuma günü tatil olduğu için olacak. Bizim zamanımızda gün adları Arapçaydı.
Sayalım Cuma: Sept-Ahad-İsnayin-Telata-Erbaa-Hamis. Hamislik’te buradan geliyordu. “Şimdi hala böylemidir?”diyenleriniz olabilir. Eskiler hala bu alışkanlıklarını sürdürüyorlar. Ama, yeni yetişenler hemen Anadolu’ya uyum sağladılar. Hatay’ın Kültür hayatından söz ederken Laik resmi okulları da anmamak olmaz. Fransız Manda idaresi her fırsatta Türk Kültürünü baltalamayı amaçlamıştır. Bir tarafta Sıbyan mektepleri,diğer tarafta resmi okullar birbirleriyle bir zıtlaşmanın içine itiliyorlardı. Halk Dini eğitimi yeğliyordu ama, burada okuyanların her hangi bir sertifika bile verilmiyordu.yani burada okuyanlar hiçbir işe girme şansına sahip değildi. Sadece okuyup yazmayı öğreniyorlardı. Resmi okulların ders kitapları çoğunlukla Türkiye’den getiriliyordu. Ama ,getirilen kitapların içindeki Milli nitelikteki yazıların çoğu kopartılıyordu. Ancak,özel yollardan gelen kitaplardan yararlanıyorduk. Türkiye’de Latin harflerinin kabulü ile ortaya yeni bir problem çıkıyordu. Ders kitaplarını nasıl temin edecektik?. Bazılarını mahalli matbaalarda bastırmak kolay bir iş değildi. Bazı kitaplar Halep ve Şam’da İslam yazısıyla Türkçe olarak bastırıldı. Ama, bir sürü imla hatalarıyla… Bir kısım aileler çocuklarını Adana’ya veya İstanbul’a gönderiyorlardı. Tabii bu imkanı bulabilenler. Türkiye’nin Manda idaresini zorlamasıyla, Türkçe eğitimin Latin harfleriyle yapılması kararlaşmıştı. Nitekim harf İnklabından (devriminden)bir hayli süre sonra Sancak’taki Türk okullarında da Türkiye’den getirilen kitaplar okutulmaya başladı. Düşününüz:bir tarafta Arapça, bir tarafta Fransızca, İslam yazısı, derken Latin harfleriyle Türkçe. Öğrencilerin halini tahmin etmek zor değil. İstilaya uğrayan yerlerdeki insanlarımızın halini bir düşünelim. Öğretmenlerin kalitesizliği yanında kasti davranışları öğrencilerde mecal bırakmıyordu. Bu yüzden nice gençler heba olup gittiler. Sırası gelince sosyal ve ekonomik yönden de nasıl bir sömürüye ve baskıya maruz kaldığımızı inceleyeceğiz. Rabbim tüm Müslümanları emperyalizmin dolaylı ve dolaysız zulmünden kurtarsın.
İlkokullar (iptidai mektepler) ilk önceleri 3 sınıf imiş. Sonraları 5 sınıfa yükseltilmiş. Ortaokullar , kız ve erkek olarak ayrı ayrıydı. Şeyh Ali camii ile Uzun çarşının başında eski bir konakta “Kız ortaokulu” vardı. Yüzleri peçeli olarak kendilerine mahsus özel bir giysileri vardı. Eski Sultani mektebi liseye çevrilmişti. Selamet mahallesindeydi. Habibinneccar camisinin yan tarafında (şimdiki yeni açılan cadde) bir erkek ortaokulu vardı. Bunların öğretmenleri ya Fransız, ya Ermeni, ya Hıristiyan yada Arap’tı. Tek Türk öğretmen vardı. Bunların çoğu yeteneksiz kişilerdi. Daha açık bir deyimle tam bir keşmekeş içinde yüzüyorduk. Bu durumdan manda idaresi hiç rahatsız olmuyor, bilakis Türk halkını her alanda geriletmeyi amaçladığı açıkça belli oluyordu. Fransa Ankara itilafnamesinde söz verdikleri hakları,açık açık çiğniyordu. Bu dönemde kendisine karşı bir direnişte olmadığı için, pervasızca ve küstahça Türk halkını ezmeye çalışıyordu.
Buna karşın azınlıklarla, Arap ve Alevi’lere her imkan tanınıyor, onları bize karşı güçlendirmeye çalışıyordu. Biz Türkler arasında bu taraf tutmalar bir bakıma faydalı oluyordu denebilir. Türklerde kendi aralarında bir dayanışma için olağan üstü çaba göstermeye ve örgütlenmeye başladılar. Frasız’ların taktiği “bir elinden verdiğini, öteki eliyle geri almaktı”. Onların işgalden beri giderek zulümlerini arttırmaları,bizim bilinçlenmemizi sağlıyordu. Yukarıda örf ve adetlerimize ve dini inancımıza saygılı olduklarını vurgulamıştım. Doğal olarak bu düşmanın bir stratejisi idi. İslam’a saygılı görünerek halkın sempatisini kazanmak ve sömürüsünü devam ettirmek. Türk okulları araç ve gereç yönünden ihmal edilirken, Arap okullarına bol kesenden ihsan’da bulunuyorlardı. Bu durum,uyanık halkımızın tabiidir kaçmıyordu. Gittikçe bir gerilime neden oluyordu. Tek kelime ile Türk’ten gayrı unsurlar sözbirliği ve işbirliği içindeydiler. Onların böylesine ,ilkel davranışları,Türk insanınıda aynıyla mukabeleye zorlamaktaydı. Osmanlı yönetiminde kardeşçe huzur içinde yaşayan bu insanlara ne olmuştu da , böylesine bir ırkçılık illetine tutulmuşlardı?. Emperyalistlerin işgal ettikleri yerlerde ayrılıkçı taktiği “Böl-Parçala ve Yut” ilkesine oturtulmuştu. Bu ilkel davranışlarını gizlemek içinde, halkı Milli benliğinden uzaklaştırma,kültürel,soysal ve ekonomik bakımdan geri bırakılmaktı. Batı müstemlekelerinde stratejisini bir yere kadar başarılı olarak uygulama alanı bulabildi. Müslümanların kendilerine has sezgilerini (İnsiyatif) hesaba katmamış olacaklar ki,halkı Müslüman olan ülkelerde,bu sinsi taktikleri bir sonuç vermek şöyle dursun, tersine işledi. Müslümanlar her yerde bilinçlenmeye ve direnmeye başladılar. Sonunda Asya ve Afrika’dan çekilmek zorunda kalan sömürgeler,giderayak her türlü kötülüğü ve tahribatı yaparak çekildiler. Kendi ruh köküne düşmen yozlaşmış batı hayranı bir nesil yetiştirdiler. Yönetimi bu kozmopolitlerin yani işbirlikçilerinin ellerine bıraktılar. Bu defada sömürülerini böylece sürdürmeyi deniyorlar. Ama,buda bir yere kadar. Şimdilerde, halkı Müslüman ülkelerde bir Diriliş nesli yetiştirerek devletlerini devralmaya başladı. Emperyalizmin bu hiç beklemediği bir şey. Ne ekti,ne biçti?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

reklam