19 Kasım 2011 Cumartesi

Seyran..


Birde her esnaf senede bir kere kendi işçilerine bir seyran düzenlerlerdi. Böyle bir seyrana birkaç defa tanık oldum. Tabak esnafı arasında çok iyi bir tesanüt vardı. Çok dindar adamlardı. İşçilerini alır mesire yerlerinde onlara ziyafetler çekerlerdi. Gittiğimiz seyranlarda onlara çok rastlardım. Bunu toplu halde yapanlar olduğu gibi,her dükkan sahibi içinden geldiğinde işçilerini toplar bir baba şevkatiyle onları yedirir doyururdu. Tabii bu seyranların baş tatlısı da Hatay2ın milli tatlısı Künefeydi. Hemen çoğunlukla önce çiğköfte,arkasından da künefe gelirdi. Künefesiz,çiğköftesiz seyran,seyran sayılmazdı. Bunun dışında çarşı esnafı arasında birbiriyle iyi anlaşanlar seyran düzenlerlerdi. Bu şöyle olurdu. Bir iki dükkanın işçileri ve ustaları kendi aralarında anlaşır “Yarın seyrana gidelim mi?” diye birbirlerine danışır,çoğunluk gidelim derse bir komite kurulur,bunlar herkesten “Hörfene” toplar masrafları onlar yaparlar,seyranın intizamından,yapılan yemeklerin nefasetinden onlar sorumlu olurlardı. Bazı ustalarımız ve kalfalarımız bu konuda adeta uzman kişilerdi. Yaptıkları sıralar ve seyranlar dillerde dolaşırdı. Şen şakrak kişilerdi. Esnaf arasında bir tenasüd ve kardeşlik bağı oluşmuştu. Sanırım bu Lonca döneminin ve Ahilik’in bir mirasıydı. Her ne kadar çözülmüş isekte bu “Sıra ve Seyran”lar insanımızı bir araya getirdiğinden çarşı içinde bir birlik ruhu vardı. Hemen her gün bir arada olmak,bizi adeta bir ailenin bireyleri yapmış gibiydi. Biri hastalanacak olsa hemen biri görevlendirilir,para toplanır,doktora götürülür,ilacı alınırdı. Ölüm halinde yine para toplanır merhumun ailesine bir çıkın içinde gizlice verilirdi. Hayatın tüm zorluklarına rağmen böylesi bir dayanışma insanları birbirine bağlıyordu. İnsanlar arasında bir dayanışma ruhu kendiliğinden bir güneş gibi doğuyordu. Sevgi ve kardeşlik gönüllere böyle yerleşiyordu. Bütün bu olanlarda İslam’ın bir itici güç olduğunu vurgulamaya bilmem gerek var mı? Hemen herkes en azından cumasını kaçırmaz,tüm camiler Cuma günü tıklım tıklım dolardı. O Cuma günü hocaefendilerin vaaz ve nasihatlarını can kulağıyla dinlerler,hatta duygulanıp ağlarlardı. Halkın Fransızlara karşı bilinçlenmesinde bu hocaefendilerin çok büyük etkinliği olduğu bir vakıadır. Bazı haddini bilmezlerin saldırısına uğramaları maksatlıdır. İslam düşmanlığından kaynaklanmaktadır. Biz konumuza dönelim. Seyranların Antakya’lıların hayatında o zamanlar önemli bir yeri olduğunu vurguladık. Şimdi de “Sıra”lar hakkında sözedelim:Sıralar henüz örf ve adetlerimizin bozulmadığı,sinemanın toplumu etkilemediği dönemlerin önemli sosyal içerikli bir adetidir. Sosyal içerikli diyorum,çünkü insanların bir araya gelerek düşünerek eğlenmelerine,becerilerini ortaya koymalarına vesile olurdu. Aynı meslekten ve meşrebten insanlar,aynı mahalleden insanlar uzun kış gecelerini değerlendirirlerdi. Adından da anlaşılacağı gibi her grup her hafta sırayla bir ailede toplanırdı. Sırası gelen bir hafta içinde hazırlığını özenle yapmaya çalışır arkadaşlarına mahcup olmamaya olağan üstü bir çaba gösterirdi. Bir açığını yakalayacak olsalar bunu dillerine dolayacaklarını iyi bilirdi. Onun için her yapılacak yemeğin malzemesinin bolca olmasına ve lezzetli olmasına dikkat ederdi. Hatta,mahallede ün yapmış yaşlı hanımlardan en iyi oruk yapanlar o gece için rica edilir peylenirdi. Künefe’yi erkekler çoğu kez kendileri yaparlar,yapamayanlar evde bunu en iyi beceren birini görevlendirirlerdi. Kazara, künefenin peyniri sünmezse,yağı az konmuşsa “Bre hey herif. Sende bu işi iyi bilmiyorsun. İnsan söylemez mi? Peyniri beraber alırdık. Bugün Hüseyin efendi de çok güzel bir Hellüm peyniri vardı. Hele bir tereyağı gelmişti ayranı damlıyordu.” Çıkıştıkları olurdu. Etin iyisi,kimde,yağın,peynirin iyisi kimde bu iyi bilinmeliydi ki,yemekler lezzetli olsun. Kentte kim en iyi Künefe ve Oruk yapıyorsa bu şöhreti dilden dile dolaşırdı.
Sıralarda önde gelen özellik:Hem eğlenmek,hem öğrenmekti. Maniler,söylenirken en özlüleri seçilir,bilmeceler seçilirken düşünceyi ve zihni açacak olanlar tercih edilirdi. Şarkılar,türküler koro halinde söylenir,hatta ilahi ve kaside söyleyen ünlü sesi güzel kimseler baş tacı edilirlerdi. Maniler ve şiirlerle karşılıklı atışmalar,yarışmalar bile yapılırdı. Yüksük oyunları da bu gecelerin eğlenceleri arasındaydı. Bizde taklit yapan kişilere “Mezzekçi” derler. Yani iyi taklit yapan kimse demekti. Bu “Sıra Gecesi”nin ünlü mezzekçileri,hikaye ve fıkra anlatanları sıradan sıraya davet edilirlerdi. Pek çok “Nekre”ler arasında Abuali adında yaşlı bir zat vardı. Bunun şakalarına,taşlamalarına herkes gönüllüydü. Ona takılırlar,zorla söletirler,nasiplerini de alırlardı. Bunun dışında Mehmet Hariri gelirdi. Sıra gecelerinin baş tacı,bu gibi sözü sohbeti güzel olanlardı. Onların bulunmadığı gecelerin sönük geçtiği söylenir “Mehmet Hariri olacaktı ki görecektiniz. Milleti gülmekten kırıp geçirir, yaptığı taklitlerle,söylediği kasidelerle herkesi mest ederdi. Bu sefer tabakların sırasına sözvermiş İnşallah gelecek sıramızda onu da getireceğim. Evinin önünde nöbet tutar bir yere göndermem” derlerdi. Bu zat gerçekten çok şakacı,nekre bir kişiydi. Onu sevmeyen yoktu. Her dükkanın önünden geçerken “Hecci gel bir kahvemizi iç” diye davet edilirdi. Bazen işi olduğunu bahane ederek savuşmak istese de, kolundan zorla tutularak içeri buyur edilmek istenir,hatta yalvar yakar olunurdu. Böyle nazlı bir tavır alması adetiydi. Israr edilmesinden hoşlanırdı. Onun girdiği dükkan işi gücü bırakır onu dinlerdi. Onun olduğu meclisler bir neşe çağlayanı haline gelirdi.
Söz şiir’den,Mani’den,Kaside’den,İlahi’den açılmışken,Hatay’ın yetiştirdiği yörede ün yapmış Nafi Miskinoğlu’nun bir kasidesini buraya aktarmadan edemeyeceğim. Merhumun Antakya sevgisi coşkun bir çağlayan gibi dile gelmiş:
ANTAKYA’YA KASİDE
Bu Antakkiye şehri bir güzel şihir dilaradır.
Buna nisbetle Halep bir şehri sengistanı haradır.

Yeşil sahili bir ırmak geçer şehrin kenarından

Önü bir bahri hülya,arkası bir guhu sevdadır.

Geçerken el eder yer yer çınarlar,çeşmeler vardır.

Serindir gölgesi,hoştur suyu,pek neş’e bahşadır.

Yeşildir arz-ı,daim nur akar mavi semasından

Kızıl ufkunda akşam vakti bir volkan peydadır.

Bulutlar pembe bir ehram olmuştur şevahikte

Cebel-i Musa’sı amma galiba bişr Turu Sina’dır.

Değildir inleyen boş bir seda cevvelinde akşam vakti

Dolab-ı nehri Asi’nin eninin zikri Mevla’dır.

Gece ta subha dek sevda eser ufku hayalinde

Havayı dilküşası seteser meşhunu hülyadır.

Eder ihya dili uşşakı bir nim tebessümle

Ne dilberler vardır ki sanırsın Mesiha’dır.

Ne ahular esir etmiş ne ahu gözlüler vardır

Bu sahnın desti aşkı sahnai mecnunu leyladır.
Hatay’ımızın insanı doğuştan şair ruhludur. Düğünde, dernekte,köyde,kentte şiirler okunur,Mani’ler söylenir. Bizden önce yaşamış nice halk şairi gelmiş geçmiş Yunus misali. Çoğu ustaları Yunus gibi Hakka yakarmışlar,Gül dalına konan Bülbül gibi feryad etmişler… İsimleri bize ulaşanları hiç olsun buraya adlarını yazalım. Belki,birkaç mısralarını,beyitlerini de alırız. O engin gönül insanlarının inşallah ruhlarını yad etmiş oluruz.
Yukarıda Antakya medreselerinin ününden,yöredeki etkisinden de sözetmiştik. Dört yüz bin yıldan beri İslam dünyasına tanınmış alim ve Muhadisler,Fıkıhçılar,Şairler ve düşünürler yetiştiren Hatay’ın bu özelliği nereden geliyordu. Hatay’da dağ yeşil,ova yeşil,gök mavi,çağlayarak akan sular insanı şair yapmazsa ne yapar? İnsanımızın şakacı ve iyimser olması,içindeki sevgiyi dile getirmesi,coşkulu olması bu güzellikler içinde yaşamasındandır. Aşk söyletir,diye boşuna söylenmemiştir. Allah’ın yarattığı bu harika güzellikler karşısında yürekler nasıl konuşmaz? Nasıl dillenmez? Burada
“Dil odur ki, Hak’kı söyleye..
Yol odur ki, Hak’ka vara..” diyen Salahattin Eşli hatırlamamak olur mu? Bizde öyle ,öyle yapacağız. Dili Hakkı söyleyenleri hayırla anacağız. Hak yol’da yürüyenler gönül dolusu sevgimizi sunacağız. Onlara rabbimizden rahmet dileyeceğiz. Onların torunları olarak, sanırım bu kadar kadirşinaslık görevimizdir…
Adları ve şiirleri dilden dile bize kadar ulaşan çok eskilerden, önce divan şairlerimizden başlayalım. Antakya kasidesi beni öylesine duygulandırdı ki, bunu biraz açacağım. Hemşerilerimizden isimleri Taberi tarihine ve İbni Esir,Ebulfeda,Halep tarihi,Halep salnamesi gibi tanınmış eserlere girecek kadar ünlü olanları Van mısraları “Darb-ı mesel” gibi hala dillerde dolaşanlar var. Şehdi,Sabri,Şuuri,Münif,Sadık,Akif,Mehmet Sun’i,Şemsi,Yahya,Abdüssamed,Attarzade İzzet,Nazım şairlerimiz çok eskilerden..
19. y.y. ortalarından yaşamış ve 20. y.y. başlarına ulaşmış olanlardan Bereketzadelerden Refet Bey,Yahya Asaf beydir. Onları izleyenlerden Vedi Münir’le kardeşi Zübeyr (Karabay) ve Nafi Miskinoğlu en ünlüleridir… Bu sonuncu kuşak,”Teceddüd Eedebiyat”ının Hatay’a yerleşmesinde rolleri büyük olmuş. Onları izleyen, bir çok genç şairin yetişmesine öncülük edenlerden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

reklam