19 Kasım 2011 Cumartesi

İÇİM DIŞIM ZAMAN- Sunum


Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile..
Hamd alemlerin Rabbine,salat ve selam onun peygamberine ve güzide arkadaşlarına olsun.
Zorluk işe başlayıncaya kadardır.Kendi anılarımı yazmak için günlerdir “İnşallah yarın başarım diyordum” ama aradan bir çok yarınlar gelip geçti. Merhum pederim Kamil Arafatoğlu (Çavuş) un Emperyalist Fransızlara karşı yaptığı savaşı,başından sonuna kadar içeren bir kitap yazmayı ta genç yaşımda düşünmeye başlamıştım. Çocukluğum ve gençliğim(1824-1938 ikinci dönem) kısmen savaşın içinde geçti. Bir süre önce,babamın kitabını “İhanete Uğrayan Devlet!” adıyla yazıp bitirmek nasip oldu. Bundan cesaret alarak,şimdi kendi hayatımı,yanlışlıklarıyla,hatalarıyla ve sevaplarıyla yazmaya başlıyorum. 



Yüce rabbimizden kalemime,dilime açıklık ve kolaylık vermesini niyaz ediyorum.
Düşman bayrağının dalgalandığı bir mekanda,Antakya’da 1924 yılında doğmuşum. İki yaşındayken dünyam kararmaya başlamış. Fransızlara karşı Cihad eden babamı altı yaşında iken Halep’te demir parmaklıkların arasında tanıyacaktım. Amcamın “İşte bu senin baban. Hadi git elini öp” dediğini ve babamın beni bağrına bastığını bugün gibi hatırlıyorum. Babamı görmek için,Halep hapishanesine gitmiştik. O çocuk yaşımda bile,bir şeyler algılıyor olmalıydım. Kendimi bilmeye başlarken çevremde hep ağlaya,gözyaşı döken insanlar görüyordum. Yüreğime acılar doluyordu. Sokaklarda,caddelerde hep bizden olmayan yabancıları,asker üniformalarını gördükçe,elimden tutmuş anneme “Ana bunlar kim?Niye bizim gibi konuşmuyorlar?”diye soruyordum. Böyle anlarda zavallı kadın gözyaşlarını tutamazdı. Peçesinin altından bile ağladığını duyardım. Soru üstüne soru…Dayanamaz ”Sus sokakta konuşulmaz. Onlar Fransız gavuru. Babanı vuranlar,hapis edenler onlar!” derdi. Ben yine soruyordum “Herkesin babası neden hapis değil?” bu soruma bir türlü cevap veremiyordu. Sorularımla onu bıktırıyor olmalıydım “yeter gayrı. Baban,Fransızlarla döğüştü. Onun için onu hapis ettiler. Bütün gavurlar bize düşman. Ermeni ve Hıristiyanlarda, bu Fellahlarda bize düşman. Yetti mi?” yetmiyor olmalıydı ki,yeni sorularımla annemi bıktırıyordum. Bunları iyi anımsıyorum.
Şu yaşa gelinceye kadar neler gördüm? Neler duydum? Bir çelişkiler anaforu içinde yüzerken,”Kurtuluş Yolu”nu nasıl bulabildim?. İşte bu koca ömrün içinde nasıl bir hatalar zinciri içinde bocaladığımı.özellikle duygu ve düşüncelerimi yazmak istiyorum. Belki, böylelikle işlediğimiz günahlara bunlar bir kefaret olur İnşallah.
Zaman zaman,hayatımın muhasebesini yaparken. Dehşete düşerim. Hatay’da Fransız’lara karşı yaptığımız savaş hedefine ulaşmışmıydı? Biz niçin savaşmıştık?Düşmen bayrağı altında köle gibi yaşamamak için değimliydi?
Yıllardan beri üstadın “akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader” mısraları dilimden düşmez. Bunu 1965 yıllarından sonra anlayacaktım. Meğer bizim kaderimiz iki başlı bir akrebin kıskacından olacakmış. Birinden kurtulunca, öbürünün kıskacına yakalanmışız!... Acı olanı da bu… Hayatımdaki çelişkileri 1965 yılında “Hidayet Yolu”na girmemle birlikte anlayacaktım. Anlayacak ve dehşete düşecektim. Yanılgılarım resmi geçit yapmaya başlayacaktı. Bu kadar açık gerçeklere rağmen, ben nasıl olmuştuda, bu kadar korkunç hatalara ve yanılgılara düşmüştüm? İşte bunu bir türlü affedemiyorum.
Toplumun yanılgılarını çok iyi bildiğimi söyleyebilirim. Çünkü 40 yaşıma kadar bütün iyi niyetime rağmen,yanılanlardan,aldatılanlardan birisi de bendim. Yıllarca “doğru” diye .nice yanlışların koşuşturduğumu,bilmeyerek küfre alet olduğumu unutmak hiç olasımı? Akıl ve irade gibi nimetlerle donatılan insan ,nasıl olurda aldanmaya gönüllü olabilir?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

reklam